21 Haziran 2010 Pazartesi

Çiçekli çarşaflar ve kılıç kuşanmanın dayanılmaz hafifliği

Kumanda elinden düştü. Osmanlı kırmızısı tonlardaki oryantal desenli halı, üzerindeki düğmeli, kara, plastik prizmadan huzursuz olmamıştı. Oturma odasının bütünlüğünü sağlayan koyu renkli koltukta gözlerini açtı. Genç kız memesi gibi hevesli çapakların arasından televizyona baktı ve kumandayı düşürdüğünü düşündü. Evrimi seviyorum diye geçirdi aklından. Bu munis akşam için endüstri devrimine teşekkür etti. Başka insanların hayal ettiği dünyalar, sessizce ekrandan akarken yanındaki vişne çürüğü, yuvarlak ve kişiliksiz sehpadan bir sigara aldı, yaktı. Oda geniş tavanına ve kibarca aralanmış pencereden giren akşam üstü havasına rağmen adeta bir hasta odası gibi kendi genişliğine göre dar, boğuk, uykulu ve donuktu.

Bu filmler, bu reklamlar, haberler, bu güzel kapaklı en çok satanlar, küçük entelektüellerin kanı uzun cümleli ince kitaplar kimin eseridir acaba diye düşündü. Bu insanlarda kahvaltı için sucuk kesiyorlar mıdır? Ayakları kokuyor mudur? Akşam gittikleri bir barda garsona kendilerini duyurmak için çırpınıyorlar mıdır?

Sigarasından derin, mutlu, tiryakilerin puan vermek isteyecekleri bir nefes çekti.

Bilinmeye değer olduğuna inandıkları için, kendisi gibi pek çok insanın evine giren bu bilgileri üretenler, ekmeklerini başka bir yerden alıyorlardır diye geçirdi aklından. Odanın kenarındaki kafeste duran karga, telleri gagasıyla tıkırdattı.

Çok küçük bir maliyeti olduğu için kendi hülyalarında gezinmeyi seven, mahallesinin dinginliği sayesinde bu işe sıkça fırsat bulmuş olan adam, sokaktan gelen seslerle irkildi.

Eş çorapların, bir mesaj vermeye çalışır gibi farklı yüksekliklerde durduğu bilekler kıpırdandı, ayaklar usulca kauçuk terliklere girdi ve baş onları pencereye takip etti.

Kalınlığından değil de sürekli hareketinden görüşünü engelleyen bir perdeyi, merakla açarsa kötü bir görüntüyle karşılaşacağı konusunda eğitilmiş olan bir el huzursuzca camın önündeki dalgalanan kumaşı kenara çekti. Dalgalanan insan güruhuna odaklanmadan önce sigarasıyla ilgilendi.

Farklı yaşlarda beş, altı adamın yerde yatan ancak beyefendilerin vuruşlarıyla sürekli kıpırdayan bir vücudun etrafında hareket ettiğini gördü. İnsanlar, genç bir kadını tekmeliyor, sürüklüyor yuvarlıyordu. Akşam güneşi son bir kuvvetle parladı. Açık tenli, ince genç vücutlu kadın mavi gri tonlardaki elbisesinin içinde kendini korumak için çırpınıyor, siyah saçları kadının vücudundan akan kan ve saldırganların saçtığı salyalarla, küçük, diri memelere sahip göğsüne yapışıyordu. Evlerin arasındaki çakıl zemin, en çok zararı veriyor eklem yerleri parçalanmış kadını hem sevgisizce yapılmış hem de özensizce boyanmış bir kukla gibi gösteriyordu. Yüze kapanan kollar hırslı tekmelere, karna çekilen dizler bilinçli olduğuna çok emin, iri adamların sağa sola çekişlerine kurban oluyordu.

Adamın arkasından bir tıkırtı geldi. Umursamadı.

Kalınca olmayan ancak öz güveniyle bu açığı kapatan bir sopa, adalet için çekilmiş gibi gözüken ama kral için inecek bir giyotin gibi, kadını çevirmiş insanlardan birinin çalışmaktan kaslı ve terli, inançlı, saldırgan ve korkmuş kolunda havaya kalktı; odun olmasına rağmen ışığı kusursuzca yakaladı.

Adamın arkasından tekrar bir tıkırtı geldi, o, tekrar umursamadı.

Sopa indi, tekrar ve tekrar. Kalabalık artık öfkelerinin gücünü göstermek için çığlık atamayacak kadar sağlıksız, daha açık bir ifadeyle ölü, kadının etrafından uzaklaşmaya başladı. O güzel, küçük çene şimdi kaymış, bir yanağını bastığı çakıl ve toprak kaplı yola kan akıtıyor, acıya mı korkuya mı bilinmez- dayanmayan bağırsakları halka açık bir alanı kirletiyordu.

Adamın arkasında tekrar baş gösteren ses, hafif bir metalin başka hafif bir metale vurmasıyla son buldu. Merak ve ilgiden yoksun ama güvenlik hissinin taciz edilmesi güdüsüyle dönen adam çoktan kafesten çıkmış karganın hızla pencereden uçup dışarıda bir direğe konmasını hayretle izledi. Karga bir an yerdeki kadın baktı. Sonra uzaklaştı.

Adam koltuğuna küçük ve yetersizlik dolu bir ruh haliyle oturdu. Karanlık çöktükçe, eşyalar büyüdü, gölgeler uzadı. Karga gittiği için çok üzülen adam, saatlerce ağladı.

* * *

"Bu kadar mı?" dedi kargayı şaşkınlıkla dinlemiş olan yengeç. Bu soruyu sormamak için kendini tutmuş olan İkna XI, kargadan gelecek cevaba kulak kabarttı.
"Evet" diye yanıtladı karga " Kadını öldürdüler, ben de o arada kaçtım." Gülümsedi.

"Aslında..." dedi karga "...bir sigara alabilirim."

Yengeç, karga gemiye geldiğinde, kuşların sigara içmiyor olmasına güvenerek kargaya sigara teklif etmişti. Ancak ne karganın gelişi, ne yengecin teklifi ne de kuşların sigara içmiyor oluşu, gemide sigara olmadığı durumu değiştirmemişti.

"Ben denize düşürdüm paketimi." diye karşılık verdi yengeç "Sen de var mı?".

Herkesin yengecin cevabın gönülden inanması ve karganın da sigarasının olmaması sonucu doğan sessizlikte, İkna konuştu.

"Sen nasıl geldin buraya?"

Karga keyifle yanıtladı. "Çok yol yaptım, pek çok da garip olay gördüm" sırıtarak etrafa bakındı. "Durun bir tane daha anlatayım...."

2 yorum:

kutay dedi ki...

hoşuma gitti.betimlemeler bazen zor anlaşılıyor ama hikayeyi sürükleyici hale getiriyor.karakterleri çok iyi yaratıyosun(çirkin bi çömezsin kaygısız lafları)ded

Al Percet dedi ki...

gece gece insanda meme isteği uyandırdın