10 Mart 2010 Çarşamba

Triumph of Hungarian Bees

Derdi karanlık değildi. Algılarından çok sezgilerine güvenmeyi öğreneli yıllar olmuştu. Asıl sıkıntısı eylemsizlikti. Kendi varlığı için hiçbir şey başarmadığını fark ettiğinden beri huzursuzdu.

Çıkışı için gerekli yeteneklere sahip olduğuna emindi. Yetersizlikle hiçbir zaman yüzleşmemişti zaten. Kendisini daha fazla tembelliğe iten ismiydi. "Hürriyet", ismin ona verildiği çağlarda dahi çok revaçta bir tartışma konusuydu. Şimdiye kadar konunun rezil insanlarca ve umutsuz bir popülerlik çabasıyla tartışıldığına emindi. Kendisine iyi bir isim bulmalıydı. İnsanların zihnini, gücüyle sarsacak bir isim düşündü. Buldu.

Ağzı olsa gülümseyecekti. Böyle kudretli bir kavramı isim yapmayı düşünenlerin sayısının çok az olacağına karar verdi.

"İkna XI" dedi kendi kendine. Kulağa da hoş geliyordu. Batık gemi ıkındı, sarsıldı, silkelendi ve yüzeye çıkmaya başladı. Pek çok yosun kopardı, bir o kadar da masum balığı korku dolu gözlerle okyanusun karanlığına kaçmak zorunda bıraktı. Su altı dünyasına yıllarca tartışacakları, yarı dinsel bir olay bırakarak suyun yüzeyine vardı.

Dışarıda başarısının görkemine şahit olacak kimse olmaması biraz keyfini kaçırmış olsa da, fikri zihninden iteledi. Birilerinin onu bekliyor olacağına inanmış, denizin dibiden yükselirken, küçük bir konuşma dahi hazırlamıştı.

Kendisine sonsuz gibi gelen bir süre boyunca, kendisine batıyı gösteren güneş hariç yalnız, ne yapacağını düşündü. Sonra sırtında bir kaşıntı hissetti. "Kimsin sen?". Ah, ama hayır diye düşündü. Bu tarz bana yakışmıyor. "Kim var orada?"

Kaşıntı hafifçe hareket etti. Kıç tarafından bir yengeç, kıskaçlarını şaklatarak dümene doğru ilerlemeye başladı. "İyi çıkıştı, patron."

Gemi, hayvanın sesindeki, her zaman kabul görmenin verdiği yapış yapış tonlamayı, yarattığı bulantıyla beraber görmezden gelip, iltifata odaklandı. "Daha önce böylesini görmemiştim." dedi yengeç, "bir çoğu korkup, geri batar."

"Teşekkürler" diye yanıtladı gemi. Sustular. Gemi konuşmanın ilerleyeceğine çok emin olarak teşekkür etmişti. Ama şimdi, sosyal yetersizliğiyle tam da konuşmayı ilerletmesi gereken yerde karşılaşmış, ürkerek susmuştu.

Ancak, geçmişte arkadaşlarına, önceki hayatında sigorta poliçesi satarak yaşadığını söyleyen yengeç, uslu durmadı. "Nereye gidiyoruz, patron?" olduğu yerde heyecanla kıpırdadı. "Bir planın yoksa, Paris'e gidelim. Şahane bir yer olduğunu duymuştum."

"Bir süre keyfime bakmak istiyorum." dedi İkna XI. "Bu yüzden, teklifin çok cazip..." durakladı, düşünür gibi yelkenlerini kıpırdattı. "... sen de kaptan olmalısın çünkü nasıl gidileceğini bilmiyorum."

Anlaştılar. Yelkenler açıldı, çapa çekildi. Gemi gençliğinden hatırladığı bir şehvet ve haz ile ileri atıldı. Batan güneşi sollarına alıp ilerlemeye başladılar. İkisi de Paris'e denizden varılamayacağını düşünmemek için zihinlerini dağıtmaya çalışıyordu. Yengeç çarpım tablosuna girişti, İkna XI şarkı mırıldanmaya başladı. Bu onları on yedi saat oyaladı.

Sıkılan yengeç "Limit" dedi "gerçekten ilginç bir konu..."

Kontrbasın ne olduğuna dair bir parça bile fikri olmayan ama ortamı olsa "Çok güzel alet" demekten çekinmeyecek olan genç adam öyküsüne şimdilik ara vermeye karar verdi.

Hiç yorum yok: